Türkiye'den gelen misafir işçiler 60 senedir Almanya'da:Eski günlere özlem

Lesezeit: 4 min

Türkiyeli film yönetmeni ve Türk Film Yönetmenleri DerneÄŸi BaÅŸkanı Mustafa Altıoklar birkaç senedir Berlin’de. (Foto: Regina Schmeken)

Mustafa Altıoklar, ülkesini tek bavul ve botunda babasının mezar toprağıyla terk etmişti. Bugün ise Almanya ile Türkiye'nin yakınlaşmasına katkı yapmak istiyor.

Can Dündar

Die deutsche Version des Artikels finden Sie hier.

2014 yılı, Nisan ayıydı. Film yönetmeni Mustafa Altıoklar, CNNTürk TV'de bir söyleşi programına katıldı. Laf dönemin Başbakanı Erdoğan'dan açılınca yönetmen sıfatıyla değil, bilim insanı kimliğiyle konuştu. Fizyoterapi eğitimi görürken psikiyatri de okumuştu. Erdoğan'ı o gözle incelediğinde, kendini dünyanın merkezine koyan, aşırı kibirli, paranoyak, güvensiz, yalnız birini görüyordu. Programda teşhisini söyledi: "Narsisistik kişilik bozukluğu..."

Bu saptama, onun hayatını değiştirdi.

O yıl Ağustos'ta Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçildi. O günden itibaren Erdoğan'ın avukatları, Cumhurbaşkanı'nı eleştirenlere dava yağdırmaya başladı. Açılan 40 bine yakın davada 12 bin kişi mahkûm olacaktı. Hedeftekilerden biri de Altıoklar'dı. Hakaret suçlamasıyla savcılığa çağrıldığında hakaret etmediğini, anayasanın bilim insanlarına verdiği, "bilgiyi aktarma hakkı"nı kullanarak bir teşhis yaptığını söyledi; ama nafile... 4 yıla kadar hapsi isteniyordu.

Mahkemedeki savunmasında, "akıl hastalığına 'hakaret' demek, akıl hastalığına hakarettir" dedi. Tıp insanlarının, hastaların durumunu alay konusu yapamayacaklarını açıkladı. "Hekimler, Cumhurbaşkanı'nın duygu durumundan fevkalade endişeli" dedi. Sonra da "narsisistik kişilik bozukluğu" olanlarda gözlenen özellikleri sıraladı:

-Kendisinin özel, eşsiz ve herkesten önemli olduğunu düşünür.

-Sınırsız yetenekleri olduğunu iddia eder.

-İlahi kuvvetlerce seçilip vazifelendirilmiş olduğunu sanır.

-Kendisine hayrandır. Sürekli onaylanmak ister.

-Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

-Her başarıyı kıskanır veya başkalarının kendisini kıskandığına inanır.

Sözlerinin belgelenmesi için Cumhurbaşkanı'nın bir hastanede bilirkişi huzuruna çıkmasının yeterli olacağını söyledi.

Babasını defnettikten sonra tek bir bavulla doğruca havaalanına gitti.

Altıoklar'ın avukatları, bu savunmayla hepten risk aldığını, karar duruşması sonrası tutuklanabileceğini söyledi. Yurtdışına çıkmasını önerdiler. Altıoklar, "Çıkardım, ama babam ağır hasta" dedi. Pankreas kanseri babasını hastanede bırakıp gitmek istemiyordu.

27 Aralık 2015 günü, babasını kaybetti. Ertesi gün son duruşması vardı. Alelacele cenazeyi organize etti. Ertesi gün babasının cenazesine katıldı. Naaşını mezarına indirdi. Onu defnettikten sonra bir bavula sığdırabildiği eşyalarıyla doğruca havaalanına gitti. Son uçağa nefes nefese yetişti. Uçakta koltuğa yaslanınca botlarının altındaki çamuru gördü. Ülkesini, bir bavula sığdırabildiği eşyaları ve botunda babasının mezar toprağıyla terk etmişti.

(Foto: SZ-Grafik)

Ertesi gün Atina'da, 10 ay hapis cezası aldığını öğrendi. Hapis, 6 bin lira (bugünkü kurla 600 Euro) para cezasına çevrilmişti. Kararı yorumlarken, "Tayyip'in mahkemesi, deliye 'deli' dedim diye bana ceza kesmiş; sadakayı verip hürriyeti alırız" dedi.

Artık iktidar medyasının manşetlerindeydi. Ne dese, ne yapsa suçlu ilan edilecekti. 1989'dan beri 7 uzun, 7 kısa metraj film çekmiş, hem gişede başarı kazanmış, hem ulusal-uluslararası alanda ödüllendirilmişti. Dizileri de büyük ilgi görmüştü. 1996'da çektiği tarihi filmi "İstanbul Kanatlarımın Altında", ciddi siyasi tartışmalar yaratmış, bazı kentlerde "Osmanlı'ya hakaret ediyor" diye yasaklanmış, dönemin Kültür Bakanı, "Elimde olsa bütün sinemalarda yasaklarım" demişti. 2006 tarihli "Beyza'nın Kadınları" filmi, "İslamcıları olumsuz gösteriyor" diye eleştirilince sektörün kara listesine alınmıştı. Projelerine kapılar kapanınca o da yapım şirketini kapatmak zorunda kalmıştı.

Önünde başarılı bir örnek vardı: Fatih Akın

Zaten artık, hükümet medyayı neredeyse tamamen kuşatmış, televizyon kanallarına yayıncı kılığında hükümet komiserleri atanmaya başlamıştı. Hükümet'in kontrolündeki Radyo-Televizyon Üst Kurulu, ekranlarda içki-sigara içilmesini yasaklamış, öpüşme sahnelerine "genel ahlaka aykırı" diye ceza yağdırır olmuştu. 2013'te İstanbul Gezi Parkı'ndaki protestolara katılan sanatçılara tam bir ambargo uygulanıyordu. Altıoklar için film yapmak şöyle dursun, hayatını kazanma imkânı kalmamıştı.

Üstüne bir de hakaret davasından ceza yiyince, uzunca bir süre ülkesine dönemeyeceğini anladı. Önce, film endüstrisinin tapınağı Los Angeles'a gitti; sonra Londra'yı, Paris'i yokladı. Sonunda Almanya'yı seçti. Almanya, hem Türkiyeliler sayesinde kendini evde hissedebileceği bir ülkeydi, hem de Hükümet, sinemaya büyük destek veriyordu. Önünde Fatih Akın gibi bir başarılı örnek de vardı. Üstelik tam o dönem, Almanya Kassel'den yetişmiş bir oyuncu, Meryem Uzerli, Osmanlı Sarayı'nı anlatan "Muhteşem Yüzyıl" dizisiyle Türkiye'de bir anda parlamıştı. Almanya'da yaşayan Türkiye kökenli birçok oyuncu adayı, Uzerli gibi Türk televizyonlarında şöhret düşleri görmeye başlamıştı.

Altıoklar, bir yandan aklındaki projelere fon ararken, öte yandan bu oyuncu adayları için bir okul kurdu. Türkiye'den gelen oyuncu ve yönetmenlerin de ders verdiği "B'act Akademi", 4 yılda 50'ye yakın genç oyuncu yetiştirdi. Bu oyuncuların bir kısmı film ve dizi sektöründe iş bulduysa da çoğunlukla "Türkleri oynama" önerisi alıyor, başka rollere layık görülmüyorlardı.

Can Dündar (60) Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapıyordu. Türkiye'nin Suriye'deki islamcılara silah gönderdiğini ortaya koyan bir haberden sonra ajanlıktan ve Cumhurbaşkanı'na hakaretten hakkında dava açıldı. 2016'da Almanya'ya geldi. Halen Berlin'den yayın yapan #ÖZGÜRÜZ Radyo'nun yayın yönetmeni. (Foto: Regina Schmeken)

Bugün Altıoklar, Türkiye'yi terk ettiğine de Almanya'yı seçtiğine de pişman değil. O gittikten sonra, çoğunlukla sosyal medya paylaşımları nedeniyle açılan 4-5 yeni dava ve çıkarılan yakalama kararları, Türkiye'de kalmış olsa özgür olamayacağını belgeliyor. Hapsedilmese de sinema-dizi sektörü üzerindeki yasaklar nedeniyle mesleğini yapamıyor olacaktı.

Almanya'da ise büyük rekabet ve destek fonlarındaki titiz seçicilik nedeniyle henüz sektöre giremediğini, ama buradaki süreyi kendi eksiklerini tamamlamak için kullandığını söylüyor. "Karakterin Yolculuğu" adlı senaryo yazım kitabı yeni basıldı. Şimdi, 1930'larda Türkiye'de sürgünde olan Alman bilim insanlarını anlatan senaryosuna finansman arıyor. Filmleriyle hem Türkiye sinemasını Almanya'ya daha yakından tanıtmak hem de iki ülkenin yakınlaşmasına katkı yapmak istiyor.

"Türkiye'yi özlüyor musun" sorusuna çoğumuz gibi o da, "eski güzel günleri özlüyorum" cevabını veriyor. Ancak yaratıcı zihinler için Türkiye artık üretemeyecekleri ülke; öyle olduğu için de, adeta uzakta bir yasaklı bölge...

"Bu kabus bittiği gün..." diyor Altıoklar, "..belki bir ayağım Türkiye'de, bir ayağım Almanya'da, iki ülkeli yeni bir yaşama geçerim. Bu iki ülkenin ve insanlarının hikâyelerini filme çekerim."

Geçen bahar, Körber Vakfı, giderek büyüyen göç sorununa dikkat çekmek için Almanya'daki birkaç siyasi mülteciye bir öneri götürmüş ve Almanya tarihindeki ünlü sürgünlerden bir cümle seçip onu seslendirmelerini istemişti. Projeye katılmamı önerdiklerinde hemen Theodor Adorno'nun bir sözü çınlamıştı kulağımda... "Artık yurdu kalmamış kişiler için yazı, yaşanacak yer olur" diyordu filozof... Adorno'dan yarım asır sonra, yurdu, kötülüğün işgali altında olanların bir kısmı, ya Aslı Erdoğan gibi yazıyı, ya Zehra Doğan gibi resmi, ya Mustafa Altıoklar gibi filmi kendine yurt yaptı.

İlerde 21. yüzyılın siyasi göçmenleri ve Almanya'nın "Songelenler"i hatırlandığında, o yazılar, o resimler, o filmler, yaşanan acılara tanıklık edecektir.

Bu yazı, "Die Neuen - Songelenler" dizimizin son bölümü. Daha önce yayımlanan bölümleri sz.de/dieneuen adresinde bulabilirsiniz.

© SZ - Rechte am Artikel können Sie hier erwerben.
Zur SZ-Startseite

Lesen Sie mehr zum Thema

Jetzt entdecken

Gutscheine: